30 Mart 2018 Cuma

SARIYER İMAM HÜSEYİN CEM EVİ


Zaman zaman dini sohbetler yapar, çeşitli fikirler tartışırız. Zaman olur Alevilik üzerine dururuz. Hatta çok biliyormuşuz gibi fikir beyan eder, Alevileri över ya da yereriz. Ancak itiraf etmeliyim, bunca yıldan beri Alevi dostlara sahibim, pek çok Alevilikle ilgili kitap okudum ama maalesef bir defa olsun Cem evine gitmedim ve nasıl bir şey olduğunu bilmeden fikir beyan edip durmuşum. Tuhaf değil mi?
            Sarıyer, Cumhuriyet Mahallesinde bir Cemevi yapıldığını ve yakın zamanda açılacağını öğrendim. Açılmadan önce gidip görmek konusunda kendimi hazırladım. İlk karşılaştığımızda Sarıyer Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç’e, yeni yapılan Cem Evine gitmem konusunda yardımcı olmasını istedim.  Enteresan bir yanıt verdi: “Ne yardımı? İstediğin zaman git! Herkese açık!”. Gerçekten şaşırdığım gibi memnun da oldu (Sadece Aleviler gider diye düşünüyordum, yanılmışım. Bu benim önemli yanlışım, hatam).
            Çarşamba günü gelen bir telefon üzerine kadim dostum Sual Uysallar ile birlikte Cem Evine yollandık. Cem Evi’ni dışarıdan gördüğümüzde gözlerimiz yerlerinden fırlamış gibi oldu. Biz normal bir ev beklerken muhteşem bir yapı ile karşılaştık. Ağaçlık ve büyük bir alan üzerinde nefis bir bina! Hem de altı katlı. Bahçe kapısından girip, Cemevi’ne yürümeye başladık. Cem Evi’nin ismi Sarıyer İmam Hüseyin Cem Evi… Harika… Uzaktan gördüm, cümle kapısında duran (Kırk yıllık arkadaşım ki son on beş yirmi yıldan beri pek görüşemiyorduk) Sait Kral’ı… Reşit Paşa’nın efsane muhtarını… Sarıldık birbirimize. İyi ki gitmişiz. Ne de iyi oldu. İki eski dost bir süre yarenlik ettik.
            Sait Kral Cem Vakfı Başkanlığı görevini yürütüyor uzun yıllardan beri. Müthiş bir sevecenlik ve heyecanla anlattı Cemevi’nin yapılışını. Tam dokuz yıl uğraştım. İst. B.Ş.Belediye Başkanı arsa tahsisi konusunda yardımcı oldu. Ancak bu hale getirilmesinde ve Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç’e minnet borcumuz var. Tabii Gökhan Zeybek’e, Sayın Bal ve iç mimarımız hanımefendiye de…
            Sayın Şükrü Genç’te gelince daha rahat hareket eder olduk. Birlik kapısından içeri girerken Büyük Atatürk resmi ile karşılaşmamız, pek çok kez Atatürk resmi ile karşılaşacağımız izlenimini verdi. Nitekim Konferans salonunda Atatürk resmini bir kez daha gördük. 275 kişilik muhteşem bir salon. Vallahi hiçbir şey esirgenmemiş. Mükemmel bir salon, bu salonda bir konferans vermek isterim doğrusu…
            Bahçe’den bir üst kata çifte merdivenleri geçerek çıktık. Yine Atatürk resmi karşıladı bizi. Adeta “Gençler hoş geldiniz” der gibiydi… Sağa sola dikkatlice bakıp iç kapıya yöneldik. Başkan Sait Kral önde biz arkada ”Eşiğe” basmadan (eşiğe basmak saygısızlık olduğunu öğrendim bu vesile ile) girdik içeri. Hani yanlış anlaşılmasın ayakkabı ile değil. Ayakkabıları çıkarıp girdik. Büyük bir salon, harika bir şekilde hali ile düşenmiş. Avizeler, kubbesinin renklerle bezenmiş olması ve on iki imamı ifade etmesi bana çok enteresan geldi. Dikkat ettim, her detayda on iki imam iması ve rumuzu mevcut. Tavanda on iki imamın temsili resimleri… 12’ci imamın resmi fluğ tanınamıyor. İnanışa göre zuhur ettiğinde yüzü belirginleşecek ve Hz. İsa’ya namaz kıldıracak…  Unutmayalım, on iki imamın resmi var ama Mustafa Kemal Atatürk’ün de resmi eksik değil. Bu arada büyük salonun en dikkat çeken yeri, ritüeli yöneten dedenin bulunduğu makamın tam üzerinde büyük yazılarla “Esirgeyen Bağışlayan Allah Adı İle”  yazısı bulunuyor. Duvarlar da boş bırakılmamış. Elmalılı Hamdi Hoca’nın Büyük ebat’lı, Kuran’ın Kerim’in Türkçesi teşhir ediliyor. Hemen yanı başında Hacı Bektaşı Veli’nin öğütleri yazılı. Yanı başında ise Şura, Azhap, Maide, Ali İmran sürelerinden ayetler ve Fatihe süresi yer alıyor.
            Dini törenin; ibadetin ve ibadet içindeki semahın yapılacağı alan çok büyük! Ritüeli yönetecek Dede’nin makamı yanında üç kandil (mum olarak ifade ediliyor). Hemen yanında Dedenin oturacağı post ve arkasında makam… Tabii yan taraflarda misafirlerin oturacağı yerler ve minderler mevcut. Burada oturduk. Sayın Şükrü Genç, Sayın Sevgi Atalay, Suat Uysallar… Dikkatlice izledik… Sait Kral Başkana sorular sorduk. Müthiş yanıtlar verdi… Çok mutlu oldum. O kadar içten, o kadar hissederek, o kadar ülke ve insan sevgisi ile dolu olarak konuşuyordu ki zaman zaman çağlayan olup taşıyor, şelale olup coşuyordu. İster istemez kendimi kaptırdım bu heyecan seline…
            Sayın Saik Kral’a, böyle bir eserin yapılmasını gerçekleştirdiği için teşekkür ettim ama sıkılarak “Bana değil Şükrü Başkana teşekkür gerek” diye yanıt verdi. “Büyüklüğü ne kadar?” diye sorduğum da “İstanbul’un en büyük Cemevi’dir, gururluyuz” diyerek haklı olarak kıvanç duydu…
            Toplu bir fotoğraf çektirdik… Bana ulaşacağını umarım!
            Her ne olursa olsun, ben tatmin oldum. Hatta bana hiç de yakışmayan bazı düşüncelerimi tamamen terk etmeme neden olduğu için ayrıca sevindim, mutlu oldum. Bu konuda Sait Kral kardeşime ne kadar teşekkür etsem azdır.
            Bu arada Şükrü Genç’e ayrı bir paragraf açmak gerek. Gerçekten, toplumsal olaylara çok önem verdiği içindir ki her geçen gün biraz daha büyüyor. Sen ben demeden yardımlarını esirgemiyor, her olumlu başlangıcın sona erdirilmesi için büyük gayret sağlıyor. Yarım kalan Sarıyer yeni Merkez Camii’nin tamamlanmasından sonra, Armutlu da yeni bir camii inşaatını başlatması ve bilhassa İstanbul’un en büyük ve en güzel Cemevi’ni Sarıyerlilere kazandırması unutulmayacak hizmetlerdendir. Kutlarım kendisini ve ayrıca teşekkür ederim.
17.09.2015


SARIYER’İN RENKLERİ



           Sarıyer İstanbul’un sahil şeridinde yer alan çok eski bir yerleşim bölgesidir. Antik çağdan günümüze kadar gelen; denizi, suları, ormanları, mesireleri, koyları, koruları, sahil boyunda yer alan sahilhaneleri, yalıları, daha içeri kısımlarda yer alan konak ve köşkleri ile beğeni toplayan, dikkat çeken, doğa ile yaşamın iç içe olduğu bir yer…
            Boğaziçi’nin ilk Türk köylü olan Rumelihisar’dan Kısırkaya’ya kadar uzanan sahil boyu ile müthiş bir yürüme parkuru denilebilir. Belgrat ormanı ile İstanbul’un akciğeri olan Sarıyer, Boğaziçi’nde yer alması ile de bütün dünyanın en sevilen bölgelerinden biridir.
            Sarıyer aslında deniz sahil şeridinde yer alan bir sayfiye beldesidir. Bu durumu itibariyle de bilhassa Osmanlı döneminde, daha ziyade 17. Yy. dan sonra ve bilhassa 18. Yy.  ve sonrasında çok ilgi çeken bir yer oldu ve yabancı ülkeler elçilik binalarını Sarıyer sahil şeridinde açtılar. Bu durumu ile de Sarıyer ilçesi daima ilgi odağı oldu ve her geçen gün çok daha büyük ilgi görerek günümüze kadar geldi…
            Sarıyer hala eski o güzel günlerini yaşıyor, yaşatabiliyor… Yine yabancı ülkelerin elçiliklerinin yazlık binaları Sarıyer sahil şeridinde… Belgrat ormanı yerli yerinde, bu orman içindeki tesisler, bentler, kemerler ve arberatum… Sahil boyunda birbirlerinden güzel sahilhaneler, yalılar, iç kısımlarda konak ve köşkler…
            Sarıyer’in nüfusu günümüzde dört yüz bine ulaştı. Yeni yapılanmaları ise köylere kadar siteler halinde gitti… Artık Sarıyer’in köyleri yok, her biri beş on bin kişiye ulaşan büyük mahalleleri var…
            Tabii ki Sarıyer’i Sarıyer yapan değerler vardır. Örneğin, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethini gerçekleştirmek için o muhteşem kaleyi Rumelihisar’ında yaptırmıştır.  Osmanlı Devleti’nin iktisaden sarsılmasına neden olan Baltalimanı Antlaşmanı da Sarıyer’in Baltalimanındaki Mediha Sultan köşkünde imzalanmıştır. Padişah yeni bir mahalle kurmak istemiş ve Kırkkilise (Kırklareli) den getirdiği boyacılıkla işi ile uğraşan kırk Rum ailesi getirip yerleştirdiği yere Boyacıköy denilmiştir…  Emirgan, Revan kalesine savaşsız Osmanlıya bırakn Emürgüneoğlu Tahmasb Kulu Han’a verilmiş Tahmasb Kulu Han da Yusuf Paşa adı ile vezir yapılmıştır. Ne var ki fazla ileri gidince, kellesini kurtaramamıştır. Burada Atlı Köşk, Emirgan Korusu, Beyaz, Sarı ve Pembe köşklerle değer kazanmıştır…
            Bu söylemler ve semtlerin tanıtımları uzar gider. Konumuz Rumelihisarından Kısırkaya ya kadar Sarıyer’de iz bırakan ve tarafımızdan haklarında bilgi ve belge edinilen insanları tanıtmaktır. Bu amaçla yola çıktım. Facebook sayfamda bu paylaşımı bir buçuk yıldan beri yapıyorum. Müthiş ilgi çekti ve okuyucu buldu. Ama Sarıyerlileri, hele Sarıyerli oldukları bilinmeyen, sonradan öğrendiğimiz Sarıyerlileri tanıtmak çok çok büyük ilgi gördü…
            Sadece ismini şöyle veya böyle tarihe yazdıranlar dışındaki karizmatik kişileri, sosyal yaşamın içine girip toplum için çalışanları, milli mücadele sırasında varını yoğunu ortaya koyarak  mücadele edenleri; mesleğinde büyük başarı sağlayanları, yazarları-çizerleri ve hayatın darbesini yiyen ve bir türlü toparlanamayan ve aramızdan kayıp gidenleri tanıtmak olacaktır…
            Konu üzerine durmamın nedeni, bu kişileri facebooktaki kendi sayfamdan değil, herkese açık olan SARIYER TİMES ismini taşıyan internet gazetesinden tanıtmaktır. Okuyucular enteresan isimlerle karşılaşacak ve merakla takibi sürdüreceklerdir.
            Tanıtımımıza Büyükdereli Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı ile başlayalım.

SARIYER RENKLERİN HER ÇEŞİDİNE EV SAHİPLİĞİ YAPAR. BEYAZINDAN SİYAHINA, SARISINDAN KORUNA KADAR. SARIYER’İN SOLMAYAN RENKLERDEN BİRİ ORD. PROF. DR. İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI’DIR.
Sadece Sarıyer'in değil tüm Türkiye'nin en renkli insanlarından biridir.
Ülkemizin iftihar ettiği büyük tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın çalışma hayatı milli mücadele sırasında öğretmen olarak başladı. Balıkesir'de lise müdürü iken Milletvekili seçildi. Mustafa Kemal'in ona verdiği görev tarih çalışmalarını devam ettirmekti. Bir gün kendisini Meclis'te görür ve "Burada ne işin var?" diye sorar. "Meclis çalışmalarına katılıyorum" yanıtını verince yeni bir talimat alır Mustafa Kemal Atatürk'ten. "Senin işin Türk tarihi çalışmalarını İstanbul'da Topkapı Sarayı arşivlerinde devam ettirmektir" der. Bu bir emirdir ve çalışmalarını Topkapı Sarayında ölene kadar devam ettirir.
Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı her biri Osmanlı ve Türk tarihini aydınlatan yüzlerce makale ve ayrıca her biri birbirinden değerli olan, Osmanlı tarihinin bilinmezlerini belgelerle ortaya koyan yirmiden fazla kitap yazdı.
Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın en büyük zevki Piyasa Caddesi üzerindeki yalısının önünde oturup denizi seyrederek dinlenmekti. Büyükdereliler/Sarıyerliler yalı önünden geçerken, koltuğunda oturan İsmail Hakkı Beyi önünden saygı ile selamlayarak geçerlerdi.
Binlerce öğrenci yetiştirdi. Bir sabah oğlu Av. Oktay Uzunçarşılı kendisini İşyerine (Topkapı sarayına) bıraktı. Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı kendini iyi hissetmedi, taksi ile eve dönerken taksi içinde vefat ederek dünyadan ayrıldı. Merhum 10.10. 1977 günü defnedildi. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.


SORUN ÇOK SORUMLU YOK!



           Bazıları çok konuşuyor, susturulmalı! Nasıl susturulmalı? Onu da susturacak
olanlar bilir! Kim mi susturulacak, Televizyonları izleyenler, basını yakından takip
edenler bunu bilir: Sadece bir iki önemli ismi aktarmak isterim: Ulusal Kanalda
program yapan Sabahattin Önkibar mutlaka susturulmalıdır. Müthiş bir performansla Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a yükleniyor. İşte söyledikleri: Papadrau Erzurum’da Türkiye’yi aşağılıyor, hakaret ediyor, yanında ayakta dimdik duran Başbakan ağzını açamıyor! Yunan Cumhurbaşkanı ile Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı bir araya geliyor, diplomatik çevreleri ayağa kaldıran ağır hakaretlerde bulunuyor Ne Cumhurbaşkanı
Abdullah Gülden ve nede Başbakan R. Tayip Erdoğan’dan ses yok! Bu kadar korkmak
 olur mu? Yahu yakın tarihi okuyan bir siyasetçi “Yeni bir dünya kurulur Türkiye’de
orada yerini alır” sözlerini söyleyen İnönü’yü hatırlar da iki söz eder! Nerde?
            Nihat Genç, televizyonda konuşan son iki üç yılın en popüler adamı! Ne pervası
ve ne de korkusu var! Hak bildiğini söylüyor, gürül gürül akıyor. Adeta bir şelale! Ne Cumhurbaşkanı, ne başbakan ve ne de hükümetin diğer üyeleri onu ilgilendiriyor. Tek
ilgili olduğu şey, meydana gelen olaylar ve onların muhatabı. Cumhurbaşkanı da olsa, Başbakan da olsa, vali de olsa, belediye başkanı da olsa ağzına geleni söylüyor, kinini
değil, doğru bildiklerini peşi sıra kusarak “Kendinize gelin ey sorumlular” demek istiyor.
            Sözcü Gazetesinde Emin Çölgaşan, Necai Doğru, Mehmet Türker, Aytun Çıray, Mehmet Şehirli susturulacakların başında yer alıyor! Neden mi? Neden olacak! Doğruları yazıyorlar da ondan!
                                                           + + +
            Aslantepe Stadı merasimle açıldı. KOBİ Başkanı, konuşmasında kinini kustu.
Bunlar İslâmi inançı  olan adamlar ya! İslâmi inanışta ölünün arkasından konuşmak
yok! Fakat TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar Stat açış konuşmasında G.Saray’ın
rahmetli başkanlarından Özhan Canaydın’a veryansın ediyor utanmadan! Futbol seyircisi duyarlıdır, durur mu hemen cevabını verir. Islıkla çalıyor, yuhalıyor ve protesto ediyor.
Başbakan R. Tayip Erdoğan, TOKİ başkanı ve zevat stadı terk ediyorlar. Adamlar futbol seyircisini susturacaklarını sandılar . “Ananı da al git” diyeceklerdi ama kendileri gittiler! Hırsını alamayan Başbakan ve yardımcıları, milletvekilleri  dahil  ağza alınmayacak
sözleri G.Saraylılar ve seyircileri için söylediler peşi sıra. Taraftarlar durur mu? Üç ezeli
rakip taraftarı örnek bir birliktelik sergileyerek protestolarını sokağa taşıdılar. Böylece afta tafra satanlar, üç büyük kulüp taraftarının kenetlenerek yaptığı muhteşem protesto ile cevaplarını aldılar!
                                                           +  + +   
            Yaz ayları Sarıyer’in şenlik ayı sayılır. Mevsim itibariyle bunaltmaz, boğaz
rüzgârı mükemmel serinlik getirir. Bu nedenle bilhassa öğleden sonraları Sarıyer
dışından gelen çok olur. Ama geldiklerine de geleceklerine bin pişman olurlar.
Kocataş önünden Sarıyer çarşısına gelinceye; R. Kavak’tan Büyükdere’ye gidene
kadar akla karayı seçerler! Trafik gelen gidenin anasını ağlatır. Şimdi kış: Kalabalık
yaz gibi değil ama trafik sorunu yine en üst düzeyde! Bir Allah’ın kulu çıkıp da ne
oluyor demiyor, diyemiyor, bir araya gelip bir eylem yapamıyor! İstemeden vermek
Allah’a mahsus. Yahu Kaymakamlıkta Sarıyer’den gitti, artık değil sesimizi duyurmak,
top atsak işittiremeyiz yetkililere! Sarıyer’in; Büyükdere’den R. Kavağa kadar kaderi bu mu olmalı?
            Olaylar ortada: SORUN VAR SORUMLU YOK.

22.01.2011                                                    

           

SÖZLEŞMENİN FESHİ!


BÜYÜK Atatürk’ün yatı Savarona 49 yıllığına Kahraman Sadıkoğlu’na kiraya verildi. Alââââ!
            Atatürk büyük hayaller kurarak bu yatta son günlerini geçirdi. Rahatsızlığı düzelecek, tekrar eskisi gibi hayata daha sağlıkla bağlanacak, onu ölümsüzleştiren halkı ile yine iç içe olacak ve onların coşku seli içinde Cumhuriyet Bayramlarında mesajını okuyacak! Ama olmadı ve anılarını geride bırakarak ayrılıp gitti! Genç Cumhuriyet artık Ata’sızdı. Kalan yadigarı ise genç Cumhuriyet’ti. Şahsına ait eşyası, malı mülkü ve ona tahsis edilen Savarona yatı! Hepsini milletine bağışladı. Gelirini Türk Tarih ve Türk Dil  Kurumlarına bıraktı.
            Gel zaman git zaman hükümetlerce Savarona yatına gereken ilgi gösterilmeyince elden çıkarılması düşünüldü ve 49 yıllığına kiraya verildi. Artık yetkililer bir yükten kurtulmuştu! Peki yatı alan ne yapacaktı? Her halde müze yapmayacaktı! Hükümetler böyle düşünmediğine göre Kahraman Sadıkoğlu neden bu düşüncede olsun ki? Kira bedeli ödediğine, yenileme ve bakımı için hayli de para masraf ettiğine göre yatı istediği gibi kullanacaktı ve öyle yaptı!
            Tarihi zenginliklerle dolu koca yat, mükemmel dizayn edildi.  Yat eğlenceye ve zamparalığa düşkün para babaları için bulunmaz  nimetti. Bu da nimetti, nimetin en iyi şekilde değerlendirilmesi lazımdı, öyle yapıldı. Sadıkoğlu yatı para babalarına büyük paralar karşılığı tahsis etti. Tabii ki bunu yaparken rezillikleri de kabul etti. Paranın dini imanı olmadığına göre, kimden ve nerden gelirse gelsin “Kabul” du. Öyle yaptı. Aldı binlerce doları, yatı para babalarına tahsis etti ama kısa bir süre sonra balon patladı. Yatta kadın-kız pazarlanmaya başlandı. Yabancı işadamları ile yabancı güzeller, dolarlar karşılığı sarmaş dolaş oldular, kaybolup gittiler sevişme sanatının derinliklerinde!
            Para kazanma işinin boku çabuk çıktı: Ata’nın yatında kadın pazarlanıyordu. Yatı kiralayanın yanıtı hazırdı: “Ne olmuş yani? Adam otelde oda kiralarken odada ne yapacaksın diye  soruluyor mu ki ben de sorayım!”
            Otelde veya bir başka yerde edepsizlik yapılacaksa bende yaparım demekten başka bir şey değil bu!
            Yaptığı da düpedüz buydu! Şimdi açıklamalar yapılıyor, “Sözleşmesi feshedilecek” geç de yolsa en doğru karar! Hemen uygulamaya geçilmeli ve Savarona Atatürk müzesi olarak hizmete açılmalıdır.
            Şanlı Yavuz’u jilete gönderen zihniyet bari Savarona için akli selim hareket etsin!
Bu bile yeter!
                                                           + + +                   


            HANEFİ Avcı Türk Emniyetinin önemli isimlerinden biri. Memuriyet yaşamı başarılarla dolu. Sağ ve milliyetçi görüşlü. Daha önemlisi dini ağırlıklı görüşe sahip! Fettullah’çı da olmuş bir zaman! Görevli olduğu sürece pek çok olayın üzerine cesaretle gitti. Yolsuzluk, suistimal, kaçakçılık, cinayet ve sağ sol olayları! Olmadı siyası çalkantılar nedeniyle meydana gelen içinden çıkılmaz olaylar ve PKK kanlı örgütü!
            Polis olarak alt ve süt düzeyde iken aldığı her görevi alnının akı ile tamamlamış başarıdan başarıya koşmuş… Ne var ki ismi fazla öne çıkmış ve dikkat çekmiş! Hiçbir zaman öne çıkmak iyi değildir. Hele ülkemizde! Öne çıkmak bazıları kıskandırır, bazıları tedirgin, bazıları da rahatsız eder!
            Büyük olaylar yaşamış, çok önemli kişileri takip etmiş, yakalamış, mahkemelere çıkmalarına neden olmuş; üst düzey görev almış kişileri de takip etmiş ve haklarında rapor düzenlemiş! Elbetteki görevi icabı bunları yapmış ama doğru mu yapmış? O şüpheli! Her şeyi yapacaksın ama fincancı katırlarını ürkütmeyeceksin! Ürküttü! Hatayı burada yaptı!
            Görev de olduğu sürece Dev Sol’u, Dev Genç’i, PKK yı izlediği sürece dini siyasetin parçası kabul eden grupları da izledi, tehlikelerini gördü, kendi değerlendirmelerini yaptı. Rapor, yazı her neyse ilgililere bildirdi. Gün geldi yaşadıklarını yazmaya karar verdi ve HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR, DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT” kitabını yazdı. Başına neler geleceklerini tahmin ettiği için “Ben bildiklerimi yazdım, tutuklanma dahil her şeyi göze aldım” şeklinde demeç verdi. Türkiye’de cemaatlere bulaşanların başlarına neler gelir bunu da Savcı CİHANER ile iyice öğrenmişti. Her an bir şeyler olacağını bekliyordu.
            Nihayet olan oldu ve cemaatleri deşifre eden, devlet katında etkili olan cemaatlerin marifetlerini sayıp döktüğü için hakkında soruşturma başladı ve tutuklandı. Paşakapısı Cezaevinden Metris’e buradan da Silivri Cezaevine gönderildi.
            Bu işte de bir terslik var! Devletin tüm kadroları işbaşında iken, polisi,jandarması, istihbaratı, savcısı ve hakimi varken  “Son Tezgah” kod isimli PKK’ lı bir itirafçının ihbarı ile efsane olan emniyet müdürünün hem de solcu örgüt üyesi olarak tutuklanarak hapse atılması devleti içten içe ele geçirme savaşı verenlerin “bana dokunursanız yanarsınız” demesinden başka bir şey değildir.
            Allah, ülke bütünlüğünden yana olanları,  itirafçıların şerrinden, cemaatlerin kasetlerinden, cumhuriyet düşmanlarının hasetlerinden korusun! AMİN!

30.09.2010

SPOR VE ÖTESİ!


Öyle zaman oluyor ki sporla ilgilenmekten ülkedeki diğer sorunları unutuyoruz! Bu günlerde Türkiye Liglerinde ilk yarı sona erdi. Herkes tuttuğu takımın durumunu konuşuyor. Biz de Sarıyerliler olarak Sarıyer Spor kulübünün durumu ile ilgileniyoruz. Nedeni de basit? Çünkü lige büyük umutlarla başladı ancak sukutu hayale uğradı. Hem de o kadar kötü performans gösterdi ki, daha liglerin ilk yarısı bitmeden takımın küme düşeceği korkusu herkesi sardı ve düşecek inancı belleklerde kazınıp durdu.
            Ama yönetim tam zamanında neşteri vurdu. teknik heyeti değiştirerek yeniden kolları sıvadı ve yavaş yavaş ligin güç koşullarına alışmaya başladı. Sonrası malum arka arkaya beş maçını kazanarak 10. sırada yer buldu kendine!
            Ağzı laf yapan, eli kalem tutan, TV lerde maç seyreden, radyolardan maç dinleyen, para vererek maça giren, beleş maçları izleyen herkes bol keseden ahkam kesti, atıp tuttu, Verdi veriştirdi yöneticilere, futbolculara! Hem de utanmadan, sıkılmadan, insaf duygusu taşımadan! Ben de “Biz gol atamayız da rakip takım kendi kalesine atar veya penaltı olursa galip geliriz” diyordum. Ama söylediklerim asla olmadı, yanıldım.  Toparlanan takım gerek iç ve gerekse dış sahada aldığı galibiyetlerle toparlandı. Ohhh edim!
            Sarıyer S. K. ile öteden beri ilgilenen, bu kulübün renkleri ile dünyasını kuran kalem sahiplerinin ağır ve üzücü yazıları elbetteki unutulmayacak! Böylesi durumlarda, yazıları hatırladıkça kendi ayıp denizlerinde güçlükle yüzecekler, o futbolcuların o yöneticilerin yüzlerine de bakamayacaklardır. En azından bakma cesaretini gösterenler utancından gözlerini kaçıracaklardır.
            Ya bir de, futbolu seyretmek yerine küfür üretmek ve kulübe olan  kinini kusmak isteyenler ne yapacaklar acaba? Onlar zannediyorlar ki; bin bir türlü hakaret ettikleri futbolcular, onların yazdıkları yazı sonrası toparlandılar ve yola geldiler. Onlar varsın o hayal aleminde yaşasınlar. Unutulmasın ki hiçbir futbolcu kötü oynamak, kötü sonuçlara sahip olmak için sahaya çıkmaz.
            Sonuç ortada, her ne kadar bunun ikinci yarısı varsa da, şom ağızlara ve kulübü sever görünen ama asla sevmeyenlerin ağızlarına vurulan bu ağır tokadın tesiri ne zaman geçer bilemem, bildiğim; yazar çizerler, kalem oynatanlar hakaret içermeyen kelimelerle de cümle kurabilir, gönül okşayıcı ve kırıcı olmayan cümlelerle düşüncelerini ağır biçimde sayfalara dökebilir! Ama nedense bu yol denenmiyor! Bu cesareti gösteren olmuyor, olsa da çok az oluyor!
            Biraz takımdan söz edecek olursak derim ki: Sarıyer takımının iki devinden biri Göksel, diğeri de Ethem’dir. Göksel yaşı itibariyle geldiği yere kadar geldi, şimdi ikinci baharını yaşıyor. Ethem ise tüm kulüplere “Ben varım” diyor. Dündar, koşar adım hatta dev adımlarla ileriye koşuyor. Sabri hiç yabancılık çekmeden “Ben görev adamıyım” der gibi kendinden emin. Emrah Şahin de kendine geldi, oynadığı zaman oynatıyor, ipe un sermezse çok iş görecek! Türkiye liglerinde üç-dört iyi adama sahip olan takım her zaman küme düşme hattının üzerinde kalır, bu böyle biline! İkinci yarı için başarılar.
                                                           +++
            Öte yandan Türkiye kavruluyor kimsenin umurunda değil! Zamlar aldı başını gidiyor!
Öğrencilere aman verilmiyor, biber gazı ile coplarla tepelerine biniliyor; anlı şanlı siyasiler aşk oyunları ile sahneye çıkıyor; Meclis sanki Cumhuriyetin meclisi değil. O mukaddes Kürsüden resmen ülkenin bölünmesi için konuşmalar yapılıyor, milletin kürsüsünden Kürtçe konuşuluyor, iktidar ”OLMAZ” diyecek yerde, yeşil ışık yakıyor! Başbakan Yardımcısı Kürtçe hitap ediyor, TÜSİAD Başkanı Bayan Boyner, sanki en büyük ayrılıkçı gibi Diyarbakır’da gülümseyerek Kürtçe konuşuyor.
            Bütün bunlar yetmiyor, ayrılıkçı parti yetkilileri topladıkları  Özerklik Çalıştayında  “ÖZERLİK”  istiyor, kendi meclisini, kendi bayrağını, kendi ordusunu kurmak istiyor! Meclis Başkanı önce ateş püskürüyor, ertesi günü BDT Başkanını çağırıp sarmaş dolaş oluyorlar “Yararlı konuşmalar oldu” açıklaması yapılıyor. Bir başka haber seçim yatırımı olarak fakir fukaraya kömür verenler, kömür verdikleri kişilerin genç kızlarını ayartıyor!.. İçişleri bakanı açıklama yapıyor “Yerde yatan kız öğrenci Görüntüsü var. Biz onu inceledik. Ekran görüntüsü vermek için kendini yere atanlar oluyor…Polis gaz sıkmıştır, vurmamıştır”. Pes be!!! Tarafsız Cumhurbaşkanı rüşvet almakla suçlanan Kayseri Belediye Başkanına “Kefil” oluyor! Olur mu? Olur! Bir midesi asitle delinesi adam çıkıyor, sanatçı Kürtçe şarkı okumadı diye, adamı öldürüyor! Güneydoğu’da  Kürtçe resmi dil oldu bile. Artık tabelalar Türkçe ve Kürtçe yazılıyor.
            Yahu acaba seçim öncesi propaganda gezileri sırasında basına ve dolaysıya kamuoyuna yansımayan konuşmalar ve vaatler mi vardı? Ya da kapalı kapılar arkasında konuşulanlar neydi? BDP sözcüleri “Verilen sözler yerine gelsin” ısrarında bulunuyorlar. Gerçekten verilen sözler mi var? Varsa nelerdir? Güneydoğu da resmen ayrışım başlamıştır. Yazılanlardan bu anlaşılıyor, acaba hükümet ne düşünüyor? Hala oy kaygısı mı? Hala çok ileri bir demokrasiyi getirme sevdası mı var? Güneydoğu’dan vazgeçmek demokrasinin kendisi mi yoksa? Yeni söylemi oldu BDP başkanı Selahattin Demirtaş’ın; “Türkiye 28 özerk bölgeye ayrılabilir” diyor! Hükümetten henüz tık yok! Allah sonumuzu hayreylesin! Allah bu ülke için kötü düşünenleri kahreylesin!
            AMİN!

21.112.2010

SUAT, HABERLER GÜZEL!


Yüze karşı söylenemeyenler yazıya dökülür. Ben de öyle yaptım Suat!
            Yetmiş beş yetmiş yetmiş altı yıllık ömrümüzün, kesintisiz olarak altmış beş yılını birlikte yaşadık. Havayı birlikte soluduk, aynı yolu paylaştık, aynı okulda, aynı sıraları paylaştık. Elbetteki yol ayrımına geldiğimizde oldu. Örneğin sen askeri okula gittin, bense kum küfesi sırtımda 15, 20 santimetrelik kalas üzerinde yürüdüm yaz kış demeden. Sonra benim askerliğim ve senin aynı üniforma altında tükettiğin yıllar.
            Bir birimizden uzak kaldığımız zaman dilimi içinde yine birlikteydik ama mektuplaşarak. Bir ay sonra da olsa güncel olayları gecikmeli de olsa takip edebildik. Sonra evlilik, birken iki olma… Sen ihanet ettin bana, ikiden üç olunacak yerde dört oldun! Her ne kadar ikizlerle boğuştunuzsa da mutluluğu yaşadınız ya! Yeter, böyle mutluluklar dünyalara bedeldir!
            Bizi biz yapan çocukluğumdan günümüze kadar gelen birliktelikle beraber, Sarıyer Spor Kulübünün üzerimizde olan bağışıklığı olmalıdır. Ne sen ve ne de ben kopabildik. Yapıştık kaldık lacivert-beyazlı renkli kulübe, kutsalımız saydık, arımız, namusumuz kabul ettik! Laf ettik ama laf ettirmedik. Eleştirdik, eleştirilmesini önledik, önlemeye çalıştık. Başarısızlığında kahrettik, başarısını herkesle birlikte paylaştık, hatta geride kaldık, “varsın günü birlik yaşayanlar zevkini sürsün, biz gülelim” dedik.
            Lapa lapa yağan karın; dondurucu ayazın, suratlara taş gibi çarpan tipinin ve başımızdaki kasketleri uçuracak kadar sert esen rüzgârın altında bile PES demedik, PES demedik de şimdi diyorum zira, yazıya başlar başlamaz önce Sami Canel, sonra Sezai Kula, daha sonra da bizim damat Hidayet arayarak sağlığını sordular. Pes bu kadar çok aranılan olur mu? “Yahu Suat zoru sefer, yırtar, hastalık mastalık dinlemez” dediler. Yalan da değil ha! Yahu sen uçakla göle çakılacaksın, burnun kanamayacak; Kıbrıs semalarında dolaşıp komandoları aşağıya atacak, Beşparmak dağlarını turlayacak düşmeyeceksin! İşte buna “yırtar” denir, sen de evvel Allah yırtın işi, bitirdin. İşte buna da PES denir. Demek ki bundan sonrakiler teferruat, ama teferruat hiçbir zaman ihmale gelmez, üzerine üzerine gidilir, teker teker yok edilir. Şimdi bu aşamada ve dimdik ayaktasın!
            Şu son 40 yılı bir düşünsene! Her birimizin sırtında kırkar ton yük! Kulübün sanki tüm yükünü sırtlamışız boğuşmuş, yoğrulmuş, ateş olmuş, kor olmuş asla şikayet etmemiş, en ağır işi kolaylıkla yapmanın yolunu, yöntemini bulmuş ve başarmışız. Ne için? Sarıyerlilik için! Sarıyer için!
            Bin bir dereden su toplamış, taşımış ve testi yerine küpe koyarak çoğaltmışız neden ve kim için? Çocuklarımız ve ev halkımız için !
            Büyüklerimizi memnun etmek için büyükten de büyük görünmeye (olgunluk anlamında) gayret etmişiz, başarmışız!
            Hele Sen yok musun Sen! Yahu kızıl kıyamet kopsa şikayet etmez, dertlensen de içini atar,  yüksünmezsin! Gariplensen de, limon gözlerin sulansa da her zaman ki gibi. gözyaşlarını yüreğine akıtır, hüznünü ortaya dökmez, başkalarını dertlerine ortak etmeyerek örnek hareketlerini devam ettirirsin. Yahu herkesin işi mi bu? Bu durum başlı başına bir ustalık ve becerikliliktir.
            Yahu biz birbirimizi tamamlarız. Elbetteki bugün var yarın yokuz ama; yoklar bizden ırak olsun be! Ne işi var bizim yanımızda yokların! Yaşıyoruz işte ne güzel, oh be!
            Suat! Eskileri anımsadım, hemen arkamdaki kitaplığa gözüm takıldı, okul sıralarındaki anı defterimi gördüm. Bir çırpıda elime alıp açtım. Vallahi ilk açılan sayfada senin fotoğrafın. Ne yazmışın hatırlıyor musun? Elbetteki hayır! Yahu resmini yapıştırmışsın, tek kelime bile yazmamışsın! Yuh be!!! Ama bunun da anlamı derin. Çünkü, “biz nasılsa ayrılsak da beraberiz” demek istemişin. Tarihini merak ediyorsan işte tarihi: Mayıs 1952 yani okulların tatili yakınlaştığı günler.
            Sen emekli olduğunda doğan çocuklar da emekli oldu. Ben emekli olduğumda doğan çocuklar da askerliğini yapıp geldi, evlenip çoluk çocuk sahibi oldular. Biz yaşıyoruz, yaşamaya devam edeceğiz. Ben ikimiz adına konuşurum vallahı: Hiç de gitmeye niyetimiz yok! Gidecek o kadar parazit varken sıra bize neden gelsin ki! Hoş biz inanıyoruz Bin ay yaşayan cennetlik. Yahu bizim bin ay yaşamamıza daha çok yıllar var be ne acelesi. Bin ay 83 yıldan fazla yapıyor, sakın acele etmeyelim tamam mı?
            Gene limonileşti gözlerin değil mi?
            Suat, haberler güzel! Gözün aydın olsun arkadaşım.
           
           
           

ŞEREF, HAYSİYET VE ONUR... ÜÇ KELİME DE HEMEN HEMEN AYNI KAPIYA ÇIKAR... AMA ŞEREFSİZ DENİLDİĞİNDE TEK KAPIYA VARILIR


             Şereften yoksun olanların çok fazla olduğu bir dönemde yaşıyoruz Öyle insanlar var ki şerefsizlikte birbirleriyle adeta yarışıyorlar... Bunlardan biri "Keşke Yunanistan savaşı kazansaydı" derken, bir diğeri "1924 yılında Çanakkale''de Bursa'da Camiler kerhane olarak kullanıldı" demek zavallılığında bulundu. Daha doğrusu şerefsizliğinde bulundu... Bir başka şerefsiz Atatürk'ün Çanakkale'de siperdeki resmini koyup montajla bira kutusunu yerleştiriyor ve Atatürk'ün "cephede iken bira içtiği" manşetini atıyor. A be şerefsiz, o dönemde EFES PİLSEN birası var mıydı? Sen kuş beyninle bu milleti kandıracağını mı zannediyorsun. Evet, sana inananlar olur ama Çanakkale'de, Bursa'da 1924 yılında Camiler Kerhane olarak kullanıldı diyen Yrd. Doç.Abdullah Akın ile "Keşke Yunanistan Savaşı kazansaydı" diyen onursuzun biri olan Kadir Mısırlıoğlu isimli Şerefsizler inanır... Bunların ardı arkası kesilmiyor bir bakıyorsunuz facebook da  Serap Albayrak (Reis) (sahte isim olabilir hatta konulan resim de sahte olabilir hatta Aktroll bile olabilir) şöyle diyor/yazıyor “Atatürk’ün sünnetsiz olduğunu hepimiz biliyoruz” behey sersem sana ne desem yakışır bilemem ama sormak isterim: Ne zaman bu mübarek adamla birlikte oldun ki sünnetsiz olduğunu biliyorsun?. Sen de utanmak, arlanmak yok mu? Hiç mi aile terbiyesi almadın? Hiç mi şerefin Ş harfinin yanından geçmedin. Seni yönlendirenlere “Ben şerefsizlik yapamam” diyebilmen o kadar zor mu? Yoksa bir korkunuz mu var?
            Hele şu ilahiyatçı olan ve Çanakkale Üniversitesinde görev yapan adama ne demeli!   Adı Yrd. Doç. Abdullah Akın! Bu adam Atatürk'ün koyduğu ilkeler doğrultusunda eğitim verildiği dönemde okulları bitirecek ve üniversite öğrenimini tamamlayacak, sonra da çeşitli sınavlardan geçerek Üniversitede öğretim görevlisi/üyesi olacaktır. Yani aydın insan olarak toplumu yönlendirecek, öğrencilerini aydınlık yarınlara taşıyacak bilgilerle öğrencilerini donatacak, ilahiyatçı olarak safsatalardan uzak, İslami ve insanı değerleri öne çıkararak örnek olacak yerde,    ülkenin milli değerine kin kusacaksın. İlahiyatçı olarak “öleni hayırla anın” prensibinden haberin yok mu? Ölenin arkasından iftira atanlar “Ölmüş anasının babasını etini yer” gibi kabul edilir prensibinden de mi haberin yok.Sen nasıl ilahiyatçısın?
           Atatürk’e olan kinini kendisine din yapan Yrd. Doç. Abdullah Akın, tarihçiler sana daha iyi yanıt verirler şüphesiz. Atatürk dönemi tarihçisi Sinan Meydan gereken yanıtı sana verdi. Ama sen de Sinan Meydan'ın söylediklerini anlayacak, algılayacak kafa ve beyin yok ki. Senin beynin de kalbin gibi müptezel.
            Düşünüyorum da galiba boşa yazıp duruyoruz. Zira eski başbakanımız bir konuşmasında “İki ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyordu…” (Burada Atatürk ilme İnönü kast ediliyor) dedikten sonra, diğer kişiler elbette ki bu tip söylemlerden cesaret alarak, çok daha ağır söylemlerle hakaret etmeye devam edeceklerdir, ediyorlar da çok yazık.
            Unutmayalım ülkemizdeki yasalardan biri de ATATÜRK KORUMA YASASI’dır . Madem bu kadar yoğun Atatürk düşmanlığı yapılacak ve bu yasa hükümleri uygulanmayacak o zaman bu yasayı TBMM getirin de yeni bir yasa ile ortadan kaldırın. Bu yasayı ortadan kaldırın ki aleyhte konuşacaklar daha rahat yazıp çizsinler.

          Bir önerim de ATATÜRÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’ne. Dernek yetkililerinin gerekeni yapması beklenir. Bu gibi insanların takibi ve yasal yollara başvurularak cezalandırılmaları yoluna gitmeleri gerekir.
          Önerim; Atatürkçü ve Cumhuriyet sevdalılarının bu adamları sanal yoldan twit ve yorumlarla, eleştirisel paylaşımlarla susturma yolunu tercih etmeleridir. Belki hata yaptıklarını anlarlar... İmana gelmezlerse de belki susmayı öğrenirler.

28.02.2018


UĞUR MUMCU’YU ANMA ETKİNLİĞİ


Barış, Demokrasi ve Özgürlük Haftası olması nedeni ile 23 yıl önce öldürülen demokrasi savaşçısı Uğur Mumcu adına düzenlenen etkinlik Sarıyer Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezinde yapıldı.
                Mükemmel bir Kültür Merkezine ancak böylesine mükemmel bir etkinlik yapılabilirdi. Teşekkürler etkinliği düzenleyenlere, teşekkürler bu büyük eseri Sarıyer’e kazandıran başta Bel. Bşk. Sayın Şükrü Genç ve emeği geçen çalışma arkadaşlarına…
                Her şey inceden inceye gözden geçirilmiş, noksansız, hemen her türlü etkinliğe yanıt verecek bir eser meydana getirilmiş…
                Binaya girişte konuklar karşılanarak içeri alındılar. Büyük lobideki Uğur Mumcu Sergisi gezildi, eski günler yeniden yaşandı. Çay ikramı ve sonra da arka büyük salonda kokteyl… Gerçekten keyifli bir kırk beş dakika yaşandı.
                Etkinliğin yapılacağı salonda sahneyi “Vurulduk Ey halkım Unutma Bizi” özdeyişinin boydan boya kaplaması ve Uğur Mumcu’nun enfes bir müzik eşliğinde değişik poz resimlerinin gösterilmesi imrendiriciydi.
                Gecenin açılışını Önder Kömür çok duygusal bir konuşma ile açtı. Sıra dışı konuşması hayranlık yarattı. Sonra da Uğur Mumcu’nun Eşi eski milletvekili ve TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu konuştu. Takiben de Sarıyer belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç günün önemini belirten kısa ve anlamlı bir konuşma yaparak etkinliğe geçildi.
                Uğur Mumcu’yu anlatan söyleşiye Gazeteci Zafer Arapgirli’nin modetörlüğünde Eski Kültür bakanı Ahmet Tan, Gazeteci Ali Sirmen ve Ünlü Avukat Turgut Kazan katıldılar. Bir saat kadar devam eden söyleşi de Uğur Mumcu’nun kişiliği, sanatı, verdiği büyük mücadele kısa anaktodlarla anlatıldı. Anlatımlar sırasında duygusal anlar yaşandı…  Adeta izleyiciler 23 yıl öncesine gidip demir attılar…  Kimse bitmesini istemedi söyleşinin… Ama bitecekti, program öyle hazırlanmıştı, bitti.
                Sırada saz ve söz üstadı Sadık Gürbüz vardı… Erken saatte kültür merkezine gelmiş ve ekibi ile bir saati aşkın prova yaparak geceye hazırlanmıştı… Sahneye çıktılar, yerlerini aldılar… Bir iki mızrap oynattı, olmadı… Biraz daha yine olmadı… Ha gayret dedi yine olmadı… Ses yok… Açıklamada bulundu; bir saat prova yaptık, hiç aksaklık yoktu ama şimdi… Evet şimdi… Hocanın hoparlör çalışmıyor, ses yok… Teknik elemanlar hayli ter döktüler arızayı gidermek içi ama ne mümkün… Üstadın isyanı bir başka oldu: “Yukarıda ki her şeyi görüyor da bunu görmüyor…” A be üstat onu görecek olan teknik elemanlar yukarıdaki değil. Yukarda ki akıl verir, onu en iyi şekilde kullan der. Koskoca Kültür merkezinin teknik elemanları akıllarını kullanamıyorlarsa yukarıdaki ne yapacak. Aşağıya inip size ve ekibinize yardım edecek değil ya… Eğer, Belediye Başkanı Şükrü Genç değilde bir başkası olsu. Arızayı bir iki dakika içinde gideremeyen tüm teknik personeli bir anda kapının önüne koyar işlerini bitirir. Ama insancıl düşünceleri buna mani oluyor anlaşılan!
Neyse şöyle veya böyle az da olsa sorun giderildi ve konsere geçildi. Üstat Sadık Gürbüz nefis bir konser vererek geceyi neşelendirdi.
Ezilenlerin türküleri söylendi, insafsızca yok edilmeye mahkûm edilenlerin türküleri söylendi, Nazım’dan seslendi kalabalıya, Rahmi Saltuk’tan merhaba dedi. Melih Cevdet’ten, Necati Cumalı’dan el salladı kalabalığa ve Uğur Mumcu’nun en çok sevdiği ANKARANIN TAŞINA BAK, GÖZLERİMİN YAŞINA BAK, UYAN UYAN KEMAL PAŞA, GÖZLERİMİN YAŞINA BAK” türküsü ile geceye son verildi.
27.01.2016
               

               

ŞEHİT’İN VASİYETİ


Şehit haberleri gelmeye devam ediyor. Gün geçmiyor ki birkaç güvenlik görevlisi (polis, asker, korucu) şehit edilmesin. PKK gemi azıya aldı her türlü rezilliği, barbarlığı yapıyor. HDP de çaresiz görünüyor. Dağdakilere, yani PKK canilerine sözünü geçiremiyor. Hükümete sözde ortak olmaları ve ülkeyi seçime götürmek için görev almaları da aldatıcı. İş olsun, torba dolsun diye bir görevlendirme.
            Ülkeyi seçime götürme amacı ile bile olsa HDP nin hükümete ortak olması bile PKK canilerini durdurmaya yetmedi… Saldırdıkça saldırıyorlar. Belli ki her geçen gün daha çok eylem yapacaklar. Bunların İmralı’yı da dinledikleri yok! Anlaşılan bu. Tek dinledikleri yer Irak dağlarında hüküm süren cani liderler; Karayılanlar, Bayıklar, Kalkanlar… Onların talimatı olmasa bu eylemleri kolay kolay yapamazlar…
            Çözüm süreci boyunca PKK lılar adeta sivilleştiler ve şehir içine inerek gerekli mevzileri tuttular. Silahlandılar, konumlarını sağlamlaştırdılar ve “Haydi” denildiği zaman da eyleme geçtiler…
            Hakkâri, Şirnak, Van, Urfa, Diyarbakır, Batman ve diğer yerleşim yerlerinde her gün olagelen terör olayları! Hastaya giden ekibe insafsızca saldırılması ve doktorun şehit  edilmesi. Onlarca aracın yakılması, işçilerin esir alınması, devriye gezen askerlere kurulan tuzaklar ve yakın mesafeden yapılan saldırılar; askerin nöbetçi kulübelerine ağır silahlara saldırı ve akan oluk gibi kan…
            Askerin yapacağı fazla bir şey yok! Sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilan edilmemiş. Emir verecek makam valilik ya da kaymakamlık… İstihbarat zayıf, bilgi akışı olsa pek çok olay önlenir ama yok…
            Son bir ay içinde 70 ‘e yakın şehit… Elbette ki PKK lı militanlar üzerine de gidiliyor.  Hatta sınır ötesi harekette yapılıyor. Pek çok PKK canisi etkisiz hale getiriliyor ama beyin özürlü caniler yılmadan kan akıtmaya devam ediyorlar. Yazık… Hem kendilerine, hem de şehit ettikleri asker, polis, korucu ve sivil görevlilere yazık…
            Camileri silah deposu gibi kullanmak, okullara yığınak yapmak, iş makinelerini yakmak, yol keserek trafik kontrolü yapmak, araçları yakmak, karşı koyanı öldürmek olağan işlerden oldu… Hatta bazı belediyeler özerkliklerini ilan ettiler… Nasıl özerklikse…
            Acı haber bu sabah duyuldu, Mardin Dargeçit İlçesinde düzenlenen bir bombalı saldırıda dört polis şehit edildi. Yani ülke sathına ateş düştü. Dört ayrı şehirde, dört ayrı evde gözyaşı denizi oluştu… Analar babalar evlatsız, eşler kocasız, çocuklar babasız kaldı. Yürekleri yandı sevenlerinin…
            Polis Şehit’in cebinden vasiyeti çıktı. Sanal dünyada bu vasiyet dolaşıp duruyor. Polis memuru Adanalı Akif Hatunoğlu, cebinden çıkan vasiyetinde şöyle yazmış (Özet olarak): “Eğer bir gün yaban ellerde şehit düşersem hiçbir hükümet temsilcisi gelmesin cenazeme (Vali, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı)… Nedenini sormayın… Çünkü onlar uyuduğu için bunca şehit verildi. …. Allah’tan dileğim aileme ve ülkeme yaşattıkları acının binlerce mislini yaşasınlar…. … Hiçbir surette kızımı devlete emanet etmiyorum…..  Çıkıp kürsüde konuşmasınlar ‘emaneti emanetimizdir’ diye…. Benim zerre kadar güvenip yok bu hükümete, devlete…”
            İşte böyle diyor şehit polis memuru Akif Hatunoğlu vasiyetinde… Şehit polis memuru, hükümetten, devletten ümidi kesmiş, şehâdet şerbetini içeceği anı bekliyor…
            Polis, hükümetine ve devletine güvenmiyorsa vay ülkemizin haline...
04.09.2015     


VATAN PARTİLİLER NE BEKLİYORSUNUZ


DOĞU PERİNCEK... HAYATI ZIGZAKLARLA GEÇMİŞ BİR SİYASETÇİ... NE YÖNÜ BELLİDİR NE DE DURACAĞI YER. SOL KULVARDA YÜRÜDÜ ONLARCA YIL. ÖĞRENCİ OLAYLARININ İÇİNDE, DEMOKRATİKLEŞME MÜCADELESİNDE BOY GÖSTERDİ. DEVRİMCİ ÖĞRENCİLERLE OLDU, HEP SOL DEVRİMDEN YANA GÖRÜNDÜ AMA HEP SAĞA YALPA YAPTI. AYDIRNLIK DERGİSİNİ, SONRA DA AYNI İSİMLE GÜNLÜK AYDINLIK GAZETESİNİ KURDU VE YAYIN HAYATINA GİRDİ. DERGİ VE SONRA GAZETE YAYINLANDIĞI ZAMAN TRAJ NE İSE HALA AYNI!
DOĞU PERİNCEK, PEK ÇOK KEZ SİYASİ SUÇLARI NEDENİ İLE HAPSE GİRİP ÇIKTI. TİP GENEL BAŞKANLIĞI GİBİ ZOR BİR GÖDEV ÜSTLENDİ. AYDINLIK GAZETESİNDE HALKIN KARANLIKTA KALMASI İÇİN GEREKEN HER ŞEYİ YAPTI... PKK BELASININ LİDERİ ÖCALAN'LA GÖRÜŞTÜ. PROPAGANDASINI YAPTI... HEMEN HER SEÇİME GİRDİ YİRMİ YIL ÖNCE HANGİ OYU ALMIŞ İSE YİNE AYNI OYU ALDI. YANİ BİR ADIM İLERİ GİTMEDİ... BİR ARA YANINA ADAM GİBİ ADAMLAR GELDİ (Prof. Dr. Uçkun Geray gibi) DOĞRU YOLA GİRMİŞ GİBİ GÖRÜNDÜ... HAREKETLİLİĞİ SEVER BUNUN DA GEREĞİNİ YAPAR. ERMENİ SOYKIRIMI TEZİNE KARŞI ÇIKTI VE KENDİSİNE KATILAN EKİPLE İSVİÇRE'YE GİDİP YASALARI DELDİ VE MAHKEMEYE VERİLDİ. DAVAYI KAZANDI, POPÜLARİTESİ ARTTI. AMA O DOĞRU YOLU BULMAKTA ZORLANDI... BİR GÜN BEKLENMEDİK ANDA İÇERİ ALINDI. SUÇU ERGENEKONCU. OLMAK... O DA FETO'CULARIN OYUNUNA GELDİ. ASLANLAR GİBİ MÜCADELE ETTİ VE YILLARCA YATTIKTAN SONRA YANLIŞLIKLAR ANLAŞILDI SALIVERİLDİ DİĞERLERİ GİBİ..
DOĞU PERİNCEK ARTIK DOĞRU YOLU BULMUŞTUR, SAĞA SOLA SAPMAZ DİYE DÜŞÜNÜLDÜĞÜ BİR SIRADA, TEKRAR POPÜLERİTESİ DORUĞA ÇIKTI, DARBE YEMİŞ PEK ÇOK ÜST RÜTBELİ SUBAY PARTİSİNE GİRDİ VE GÖREV ALDI... R.TAYYİP ERDOĞAN CUMHURBAŞKANLIĞI İÇİN UĞRAŞIRKEN YİNE TERS YOLA SAPTI VE HÜKÜMET YANLISI OLUP ÇIKTI... MUHALEFETİ YERMEYE, DİRENCİ KIRMAYA BAŞLADI... SONUÇTA REFERANDUM SIRASINDA GÖSTERMELİK BİR UĞRAŞ VERDİ... MİT TIRLARINI HABER YAPTIĞI İÇİN MAHKEMENİN CEZALANDIRDIĞI GAZETECİ ENİS BERBEROĞLU'NUN MİLLETVEKİLLİĞİ BİLE DİKKATE ALINMADAN, ÜST HAKMELERİN SON KARARI BEKLENMEDEN HAPSE ATILDI. BU ADALETSİZLİKTİ. OLAYIN ÜZERİNE GİDİLDİ.
OLAY CHP NİN İLGİLİ KURUMLARINDA GÖRÜŞÜLDÜ VE 178 BASIN MENSUBUNUN HAPİSTE OLMASI, MİLLETVEKİLİ OLMASINA RAĞMEN ENİS BERBEROĞLU’NUN TUTUKLANMASI, MAHKEMELERİN YANLI KARARLAR ALDIKLARI İNANCIYLA PROTESTO YÜRÜYÜŞÜ YAPMAK KARARI ALDI VE BU KARAR ÜZERİNE CHP LİDERİ ADALET YÜRÜYÜŞÜ BAŞLATTI.
DOĞU PERİNCEK BU OLAYI DA KIRMAK İÇİN BİR AYA YAKINDIR MÜCADELE VERİYOR... NİHAYET KENDİ PARTİSİNİN YANİ VATAN PARTİSİNİN GENEL BAŞKAN YARDIMCILARINDAN PROF. DR. HAKKI KESİN, GENEL BAŞKANININ KONUŞMALARINI, DAVRANIŞLARINI, TUTUMUNU KABULENEMEDİ VE HEM PARTİDEKİ GÖREVLERİNDEN HEM DE PARTİSİNDEN İSTİFA ETTİ...
YA DİĞERLERİ... DAHA PEK ÇOK AKAMEDİK KARİYERİ OLAN KİŞİ VAR... YA OMUZU KALABALIK ÜST DÜZEY KOMUTANLARA NE DEMELİ? DAHA NE BEKLİYORLAR... TERK EDİN GEMİYİ... BU GEMİNİN KAPTANI KENDİSİNDEN ÖNCE ÜLKEYİ BATIRACAK, SİZİ DE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATACAKTIR FARKINDA DEĞİL MİSİNİZ?

08.07.2017

YEMEZLER!


Bazı şeyleri yazmaya, anlatmaya kelimelerin gücü yetmez!
            Bazı şeyleri anlamaya da akıl ermez!
            Bazı izleri silmeye vakit yetmez!
            Bazı şeyleri unutmaya da vicdan elvermez!

            Son sekiz yılı gözler önüne getirdiğimizde bütün MEZ’ler sıraya girer!
            Bütün MEZ’ler isyan eder doğruluğuna!
            Konuşulanlar ile yapılanlar yan yana getirilirse tek kelime edilir:
            YEMEZLER!

            Seçim sonrası ilk söyleminde:
            “Bize oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacağız” demişti.
            Dediği ile kaldı Sayın Başbakan!
            İkinci seçimi kazandığında aynı şeyleri söyledi:
            “Bize oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacağız”
            Yine söylediği ile kaldı Sayın Başbakan.

            İktidar yanlıları saygın, iktidar karşıtları tu kaka vatandaş sayıldılar.
            Bol keseden kömür dağıtıldı, fakir vatandaşa..
            Varoşlara dizi dizi girdi kamyonlar, kamyonetler;
            Kömür dağıtıldı, para dağıtıldı; kara kış için, kara gün için,
            Aslında bunlar için değil; Seçimde OY almak için!

            Elektriksiz köye buzdolabı verildi,
            Tuvaleti bahçesinde olan evlere çamaşır makinesi hibe edildi,
            Yandaş olmayanlara selam bile veren olmadı!
            Onlara göre “Verdik almadı”.

            Hak, hukuk, adalet ve dahi inanç dediler,
            Ne hakka, ne adalete uydular ve ne de inançları doğrultusunda iş yaptılar!
            Düzme ve uyduruk beyanlarla vatandaşlar kodese tıkıldı!
            PKK lılardan gizli tanık yapıp, subayları hapse koydular!
           
            Dünyanın en saygın bilim adamları içerde; neden yattığını bilmiyorlar!
            Yoktan yere, çok saygın bir  üniversite yaratan adam içerde!
            Böbrek nakli için sıraya girenler ise iki yıldır biçare!
            Orgeneralinden, astsubayına kadar ordu mensupları hapiste!
           
            Suçları; sadece ellerindeki belgeleri yazıya dökmek olan;
            Suçları; sadece fikirlerini korkusuzca yazan,
            Suçları; yandaş ve yalaka olmayı kendilerine yediremeyen,
            Türk basının en güçlü kalemleri içerde,
            Suçlarının ne olduklarını bile bilmeden!

            Parti lideri ne olursa olsun, düz adam değildir, saygınlığı vardır, ama;
            Parti lideri de üzerine atılı pek çok suçla içerde!

            Televizyoncular, işadamları, işçiler içerde,
            Deveyi hamudu ile götürenler dışarıda!
            Kardeşliği, dostluğu getireceğiz söylemleri devam ediyor ama;
            Artık YEMEZLER!

            23.02.2010

           

YENİ YIL YAZISI


Bir yılı geri bıraktık! 2010 yılı bitti, gidiyor; inşallah acıları, haksızlıkları, zam furyasını da beraberinde götürür!
            Bir yılı daha geride bırakıyoruz; inşallah kısır çekişmeleri, sen-ben kavgalarını da beraberinde götürür!
            Bir yılı da yolcu ediyoruz; inşallah, siyasi istikrarsızlığı, peş peşe gelen zamları, insafsızca copları, yaşlı, genç, kadın, kız demeden utanmazca sıkılan biber gazlı ortamları da beraberinde götürür!
            Bir yılı daha gönderiyoruz; inşallah ülke bütünlüğü için ortaya konan vurdum duymazlığı, aldırmazlığı, kayıtsızlığı da beraberinde götürür!
            Bir yıl da kayıyor hayatımızdan; inşallah siyasi arenadaki inatçılığı, ülke çıkarından çok yandaş çıkarcılığını düşünenlerin bu kötü ve bencil düşüncelerini beyinlerinin içinden söküp beraberinde götürür!
            Bir yıl daha tarihe karışıyor; inşallah arazi kapamaları, koy talanını, yapacağız, edeceğiz yalanlarını da beraberinde götürür!
            Bir yeni yılı daha uğurluyoruz; inşallah ayrılıkçı düşüncede olanların süfli düşüncelerini, açılım diye diye ülkeyi ateş içine atanların bu pervasızlıklarını; İmralı’dan talimat almayız diyenlerin yalanlarını; Türk askeri şehit olduğunda “Üzüldük” diyemeyen, kendi eşkiyalarına gerilla diyen zavallı ayrılıkçıların; Aşiret mensuplarını köle gibi gören ve çalıştıranları, Asrı Koncasında aşiret üyelerinin kanını emerek hayat süren, beğenmedikleri Türk halkının verdiği vergilerle emekli mebus maaşı alanların kötü emellerini de beraberinde götürür.
            Bir yıl da kayboluyor aramızdan; inşallah, vatan savunması için canını feda etmekten çekinmeyen; gözünü, kolunu, bacaklarını kaybeden; sakat sandalyesinde, vurdumduymazlara, kayıtsızlara, ülke bütünlüğünü kale almayanlara “UTANMAZLAR” diye bağıramayan onurlu Mehmetçiklerin dertlerini, sorunlarını da beraberinde götürür!
             Bir yol da kayıyor ömrümüzden; İnşallah yoktan yere Kürtçe semt isimlerini teneffüs ederek, tartışma ortamı yaratan, bu yolda yandaşlarını da sürükleyenlerin bu içten pazarlıklı  düşüncelerini de beraberinde götürür!
            Bir yıl daha hızla gidiyor; inşallah adına medya denilen ama bir kaçı hariç, hepsi yalakalık yapmaktan başka bir şey yapmayanların ve medya mensuplarının bu berbat düşüncelerini de beraberinde götürür!
            Bir yıl daha gemi azıya aldı,  gidiyor; inşallah hükümet edenler halkını adam yerine koyar, onlara değer verir, bu güne kadar yaptıkları tarafgirliklerini unutturur.
            Bir yılı daha yok sayıyoruz ve tüm siyasileri, idaricileri, anlı şanlı işadamlarını, işkadınlarını ülkenin bütünlüğü için birliğe davet ediyorum! Yazarları-çizerleri, sanatçıları, kıvrım kıvrım kıvranan emeklileri, işsizleri, çalışanları, şerefiyle taşıdığı üniformalarını çıkarmadan içeri alınanları, emekli olduktan sonra içeri tıkılanları, evde oturup kısmet bekleyen hanımları, hanımcıkları; işsizlik nedeniyle evlenemeyen gençleri; hocaları, hacıları, namazını kılanları, kılmayanları, pazara çıkanları, çıkamayanları; sabah geldiği çayhanede/kafeteryada bir çay içip akşama kadar oturanları; eve giderken kaç ekmek alayım diye düşünenleri; doğalgaz, su, elektrik, telefon parasını ödeyemeyenleri; suçlarını bilmeden aylardan beri Silivri’de misafir edilenlere Halil İbrahim sabrı diliyorum; cemaatçilik adına Karun gibi olanları, Okyanus ötesinden fetva vererek ülkeyi cehenneme çevirenleri; tv lere çıkıp din adına atıp tutanları, dini İslam-ı kendilerine göre değerlendirerek kendilerine has din yaratanları Allah için imana davet ediyorum. Telefon denen pis aygıtla, vatandaşın harem-i ismetine girerek en mahrem görüşmelerini dinlemek gafletinde bulunanları, bu ortamı yaratanları ıslâh olmaya davet ediyorum.
            Bir yılı daha geride bırakırken Şair Eşref’in bir dörtlüğü ile yazıma son veriyorum:
                        “Kız evlendi yüzük ister,
                        Kanun çıktı, tüzük ister,
                        Söylenecek çok söz var ama
                        Söylemeye büzük ister”
            Bu düşüncelerle bütün dostlarımın, arkadaşlarımın, meslektaşlarımın; sporcu kardeşlerimin; internet ve ayrı bir kolu olan facebook yolu ile  tanıştığımız tüm arkadaşlarımın yeni yılını kutlar, mutluluklar, esenlikler, uzun ömürler ve sorunsuz bir yeni yıl yaşamalarını dilerim.

            30.12.2010

YİTİRMEDİĞİM GÜNLER -3


                                                                                

           Sadece Sarıyer değil, 1970 li yıllara kadar İlçenin her mahallesinde huzur vardı, sükunet vardı, dostluk vardı, iyi komşuluk münasebetleri mükemmeldi. Hadi bunu 1960 yıllara kadar indirelim… Mesela 1960 yıllara kadar Sarıyer’de bir Mehmet Çavuş vardı hemen hemen tüm Sarıyer ondan sorulurdu. Evet gece bekçisiydi ama gece gündüz durmadan görev yapan bir adamdı. Uzun boylu, iri kemikli, biraz çekik gözlü, bilekli ve yürekli bir adamdı. Kovaladığı biri varsa “Gaçma vuğuğum” diye bağırarak kaçışı önler ve enselediği yaramazı bir güzel nasihatle yolcu ederdi. Sıkı mı bir daha o çocuk ya da adam yaramazlık yapsın. Hani Mehmet Çavuş deyip geçmeyelim Sovyet Rusya Ordusundan Yüzbaşı iken 1917 devrimi sırasında kaçarak Türkiye’ye gelmiş ve Muhacir mahallesine yerleşmişti. Yani demek isterim ki iş bilen biriydi… En çok da çokça yaramazlık yapan Korsan İlhami ile uğraşırdı… Sonraları da pek çok bekçi gelip geçti. Şevki Dayı da hayli iz bıraktı…
            Günümüzde polisimizde her türlü teknolojik donanım var, cadde ve sokaklarda ve, büyük küçük mağazalarda kameralar dizi dizi ama hırsıza soysuza “dur” denilemiyor…  Hırsızı da var, huysuzu da var; üçkâğıtçısı da dolandırıcı da var… Dilenci mi diyelim sadaka isteyen mi? Bilmiyorum ne demeli… Hatta Suriyeli de diyebiliriz, her köşe başında birkaç kişi… Peçeli, peçesiz, çarşaflı, şalvarlı… Bir ellerinde çocuk, diğer eli ileriye çıkık ve açık d ileniyorlar. Yahu Suriyeli deyip çıkıyorlar işin içinden. Ne var ki bazıları ağzından kaçırıyor,” Hatay’ın Samandağ’ı Araplarından” olduklarını söylüyorlar. Yani eski deyimle, Suriyeli kılığına bürünüp “Cerre çıkıyorlar”… Birine vermiyorsunuz, ikinciye, üçüncüye, dördüncüye vermiyorsunuz ama beşinciye veriyorsunuz… Hangi şartlarda olursanız olun ENAYİ’SİNİZ. Zira onların yaşamı normal devlet memurundan daha iyi! Hele Suriyelilerin yaşamı! Ev var, para yardımı var (hem de fert başı doğruysa eğer) okullar, hastaneler, ilaçlar bedava. Gel keyfim gel…  Hele camilerin kapıları, bilhassa Cuma günleri sıra sıra dizili… Neyse Allah onlara da yardım etsin diyelim…
            Sarıyer çarşısı! Çarşımı demek gerekir yoksa içinden çıkılması çok zor bir labirent mi? Eskiden trafik polisleri vardı uğraşıp dururlardı çarşı trafiği ile başa çıkamazlardı, trafik polisleri artık yok. Çarşı yine aynı çarşı içinden çıkılması olası değil. Kaymakamlık, Belediye el ele verseler bile başa çıkmaları zor… Burada yaşıyoruz yıllar yılı. Hata ya da kabahat kimde? Sarıyer’i Sarıyer yapanlar, yıllarca önce ana caddeleri o kadar dar tutmuşlar ki onlarca yıl sonra herkes şaşırıp kaldı. Yeni düzenlemeler de para etmiyor… Halk alışveriş yapacak, arabasını park edecek yer yok… Seyyar esnafın satış için durması, alışveriş yapanların arabalarını park edecekleri yer bulamayınca ister istemez durak yapmaları, ekmek parası için boğuşup duran korsan çalışanların geçim savaşı için park etmeleri, devasa belediye otobüsü ve arka arkaya gelen minibüslerle Sarıyer çarşısı artık kabak tadı verir hale geldi…
            Şöyle anlı şanlı bir Belediye Başkanı gelmeli ama arkasında da Büyük şehir Belediye Başkanı, hatta hükümet olmalı ki çarşı açılsın! Nasıl açılacak ki diye sorulmasın, kolayı var… Kamulaştırma ve alan açma… Başka bir çıkarı var mı? Yakında Sarıyer Ali Kethüda Camii onarıma girecek. Cami yıkılmalı, taşları numaralandırılmalı ve cami denize doğru iki üç metre ileriye götürülerek Yenimahalle Caddesi genişletilmeli… Hatırlatmakta yarar var Yusuf Tülün Belediye Başkanı iken İst. B.Ş.B. Başkanı ve hükümet aynı parti idi ama yaraya merhem olamadılar.
            Sarıyer bilhassa yaz aylarında turizme açık olur. Geleni gideni çok olur. Meşhur böreği, balığı, muhallebisi, suyu ve sahil boyu kafeteryaları ile çok insanı kendine çeker. Hele üst bölgelerdeki sitelere yerleşen binlerce insanın Sarıyer’den gelip geçmeleri… Bunlar da nüfus artışını getirir ve çarşı içinde yürünmez hale gelinir. Neyse biz sorunu getirdik. İlgililer el atar herhalde der geçeriz.
            Günleri yitirmiyoruz ama Sarıyer bazı değerleri yitiriyor. Örneğin Meşhur Sarıyer Börekçisi eskisi gibi değil. O imparatorluk çöktü. Yerini eski çalışanları aldı. İsmi çok küçük bir değişiklikle devam ediyor. Sarıyer muhallebicisi de öyle. Mekân değişti. Hemen yandaki dükkâna taşındı ama o meşhur muhallebi, tavukgöğsü, kazandibi ve dondurma dikkate alınmadan börekçi dükkânına dönüştü… Hani eskiden muhallebi ve çeşitlerini çok iyi yapıyorlardı, şimdi de unlu mamulleri iyi… Ya o tarihi muhallebisi? O da Burger King oldu… Trabzon bakkal aynı yerli yerinde… Kemal ile kardeşi Mustafa yok ama Hasan işi aynı hızla devam ettiriyor… Hastane eski hastane değil… Onlarca doktor gelip geçti, yenileri boy gösteriyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde Çayırbaşındaki yeni yerine taşınır… Ne var ki bugün gördüm, bir TIR yeni malzeme geldi. Gerekli miydi? Geldiğine göre öyle kabul edilmeli… Hastane yanındaki Salih Paşa çeşmesi garip ama yine de yerli yerinde…  Dursun Fakih sokak her geçen gün hüviyet değiştiriyor. Yarın bir gün Sarıyer’in bitpazarı olmaya namzet… Kaptan Melih bu sokak için büyük kayıp…
            Sarıyer’de artık Eroş yok, Dr. Erol yok, Cici Necdet yok… Yok ama bu kez Mami var, Namık var, Ramazan var, Çapraz’ın oğlu Ramiz var… Mami herkesin sevgilisi. Sabah akşama kadar takılıp dururlar garibe. O da bağırır, söver, küfreder durur… Kimse söylediklerine aldırmaz. Namık belirli insanları takip eder, onun köşe başları bellidir, takip ettiğinin karşısına çıkar alacağını alır bir de iyi günler diler… Ramazan Dr. Mehmet Salman’ın evinin köşesini mesken tutar, Kumsal Arkası Sokak ile büyük marketin önünde pusu kurar… Kaçmak olası değil… Parayı toka edeceksin… Ramiz’in para ile işi yoktur. O ikizi ile konuşur durur biteviye… İkizi ile kavgası saatlerce sürer… Onun derdi, haftanın iki gün birilerinin kendisini görüp giysi vermesi ve yıkattırmasıdır. Bunu da İshak Gürsoy yapıyor…
            Hamam Arkası Sokak ve Yeni Merkez cami… Burası da ayrı bir âlem… Park alanı birkaç ay evvel kaybettiğimiz Suat Uysallara adanmış. Alan Hacı Gazi Suat Uysallar Meydanı Sarıbaba Parkı olarak isimlendirilmiş… İyi de olmuş… Bu sokakta Sarıyer’i ismini verdiği söylenen ve “SARI BABA” isimli yatır var. Bu zatın esas ismi kitabesinde ve Merkez Ali Kethüda Camiindeki Saatin içinde de “SARIER BABA” olarak yazılıdır. Demek ki Sarıyer bir zaman gelmiş Sarı Baba’ya dönüşmüş. Varsın olsun, itiraz etsek de değiştiremeyiz ki… Bu sokakta Belediyenin geri dönüşüm merkezi var. Marketlerden geri dönüşüm için gerekli malzeme çıkmaları atılıyor ama belediyeye gitmeden, bu işle ilgili Roman vatandaşlar arabaları ile gelip alıyorlar ve gidiyorlar. Yani Belediyeye bir şey kalmıyor. Bir seferinde “Almayın, belediye gelip alıyor” dedim ama ağır bir yanıt aldım 18-20 yaşlarındaki roman delikanlıdan “Amca hırsızlık mı yapayım?”… “Haşa almaya devam et” dedim başka ne diyebilirdim ki? Geri dönüşüm kafesinin yanında çöp konteynerleri var. Helal temizlikçilere sabah erken saatte, öğle saatlerinde, akşam saatlerinde geliyor alıp gidiyorlar. Günde üç dört kez tekrarlanıyor ama yetmiyor ki… Koca çarşıda başka yerde konteyner yok… Eh buradaki yeni Merkez Camii gayet iyi, güzel, albenisi var… Tuvaletleri bakımlı, temiz…
            Alem dünyadayız! Bazen umulmadık işlerle baş başa kalırız ya da karşılaşırız. Camiye lojman almıştık. Vergisini vermek istedik, bize 5.174,30 lira borç çıkarıldı belediyeden. Bir de niçin istediklerini bir cetvelle bildirdiler. 704 ada 3 parseldeki dükkânlar için… Oysa burada ne dükkân var, ne de büfe… Eski Bel, Bşk. Sedat Özsoy cami projesi çizdirmiş, camiye gelir olur  diye de küçük küçük 12 dükkan projelendirmiş, Bu işi gerçekleştirmeden Yusuf Tülün Belediye  Başkanı olunca Sedat Özsoy’un yaptırdığı projeyi değiştirtti. Dükkânlar yapılmadı, hatta camide de bazı değişiklikler yapıldı. Demek ki bu proje zamanında ilgili yerlere bildirilmiş, şimdi Vakıflar kira, Belediye  vergi istiyor. İki yıl önce Vakıflardan geldiler dükkân arıyorlar. Bulamayınca bize sordular gösterdik alanı adamlar şaşırıp gittiler. Bir yıl sonra tekrar geldiler tabii yine dükkân yok dönüp gittiler… Ama bu yıl bu kez Sarıyer belediyesinden dükkân varmış gibi para isteniyor… Yazı yazıp gönderdim, çaktım altına imzayı, böyle dükkân falan yok, mükellefiyetimizi düşün dedim. Zekeriya Gündüz isim şef gönderdiğim arkadaşa “bana dükkânların yıkıldığına dair zabıt getirin” demiş… Sanki bina yapılmış da yıkılmış… İlahi adalet! Gerçekten çok gereklisin be! Belediye Bşk. Yardımcısı Mustafa Tok Bey’e durumu bildirdim. “Gereği yapılacaktır merak etmeyin” dedi. Mustafa Tok Bey yapar, dertlere devadır o!
            Sarıyer İsmail Akgün Hastanesi kalkarsa ve o bina bir başka amaç için kullanılırsa, binanın önündeki banklarda kaldırılırsa, binanın saçak altını mesken tutan, oradaki bankları parselleyenler ne yapacaklar? Bu da ayrı bir merak konusu… Malum, en ucuz çay bir lira, bir kafeteryaya gidilirse 1,5 hatta 2,5 lira. Asgari ücretli memur çay içebilir mi? Hele emekli ne yapar? Yapacağı bu gibi yerleri mesken tutmak ve gereksiz harcama yapmadan akşamı yapmak… Ama ne olursa olsun hasta haklarını ihlal var ortada gibime geliyor. Zira sıra bekleyen hastalar ayakta kalmıyorlar mı? Yahu bunu ben mi düşüneceğim, işe bakar mısınız?
            Orta çeşme caddesi adeta nalburlar caddesi olup çıktı. İyi ki şekerci Metin, tuhafiyeci İbrahim, kuru yemişci Cabbarler, manav Necati ve 101  ve karşı tarafta ciğerci Cihat var… Devam edersek yola, Güvenal kasaplar, bir kuru temizlemeci, mobilyacı, tesisatçı….  İlerledikçe elektrikçi dükkânları sıraya girer. En namlısı, yani Elektrikçilerin duayeni İzzet Atkoşturanlar (İZ-EL)… Oğlu İsmail, okulu bitirdikten sonra işe öyle bir yüklendi ki dükkânda boş yer bırakmadı. Her malzeme var, ne ararsan bulursun… İzzet pes diyecek ama Hüsamettin ile Savaş bırakmıyor ki! Bu sokakta hadinden fazla nalbur var. Sayısına bereket… Sokağa nalburlar sokağı dense yeridir… Bu sokaktan geçmek zor… Zira sürekli sağ kulvarda park vardır. Zaman zaman solda da park yapılınca dakikalarca sokağın tıkandığı oluyor. Hele belediye otobüsü giderken…
            Hay Allah! Yine bir işin içine giremeden, bir sonuca varamadan son deyip noktayı koyduk. Artık bir başka yazı ile devam deriz, başka çıkar yanı var mı?